29.3.18

Ne İş Yapıyoruz Artık Belli: İş Kırılım Yapısı (WBS)

Güzel bir iş fikriniz var. Fizibilitesi mükemmel, orta ve uzun vadede işinize katkıları çok olacak. Ekibiniz hazır ve çalışmaya istekli. Bütçeniz onaylı ve müşteri de hali hazırda hemen gerçekleşmesini bekliyor. 

Hız ve çeviklik peşindesiniz; hemen işe başladınız. Hızlıca tüm aşamaları geçtiniz ve geliştirme ya da test evresinde bazı şeylerin eksik olduğunu fark etmeye başladınız. Bunları tamamlamak için harcayacağınız efor için ne bütçeniz ne de zamanınız var. İşler neden böyle gelişti? Fark ettiniz ki işe başlarken bazı çalışmalar planlanmadığı için ne takviminizde yer alıyor ne de bütçe planlanırken düşünülmüş...

Şu aşamada yapabileceğiniz iki şey var. Bu çalışmaları ek maliyet olmadan nasıl yapabileceğinizi çalışmak, bu da mümkün değilse Sponsorunuza, sizi maddi anlamda destekleyen kişilere durumu aktarıp yardım istemek. Her iki durumda da zordasınız.

Peki en baştan buna yönelik bir önlem alınamaz mı? Ya da proje / işin yöneticisi olarak yapabileceğiniz şeyler var mı? 

İş Kırılım Yapısı (WBS - Work Breakdown Structure) sizi bu durumdan korur. İş kırılım yapısı fikrinizin hayata geçmesi için büyük fikrin, teslimatlara ve küçük yönetilebilir bileşenlere ayrıştırılmasıdır. Bu ayrıştırmalar sonrasında müşterinizin eline ne geçeceği ve sizin bu teslimatları gerçekleştirebilmeniz için yapmanız gereken her çalışma belirlenmiş olur.

İKY fazlara göre veya teslimatlara göre kırılarak yaplabilmektedir. IKY'den paydaşlarınız şunu anlar: bu kırılım altında olmayan hiç bir çalışma yapılmayacaktır!

Örnek fazlara göre bir IKY:



Ayrıştırma konu uzmanları ve takım tarafından beraber yapılmalıdır. Bu ayrıştırma ile beraber bir de bu maddelerin neler olduğuna dair bir sözlük hazırlanması, tüm paydaşların IKY'de yer alan her işin ne olduğuna, neler yapılması gerektiğine dair tam bir fikri olur.

Proje kapsam bildirimi, IKY ve IKY sözlüğü üçü bir arada projenizin Kapsam Temel Çizgisini oluşturur ve proje hayatına devam ederken mevcut ile temel çizginizi kontrol ederek çalışmanın neresinde olduğunuzu anlayabilirsiniz. Ek taleplerin değerlendirilmesi ya da kapsam dışına olabilecek kaymaları da bu temel çizgiyi koruyarak sağlayabilirsiniz.

IKY sonrasında şu çalışmaları da IKY üzerinden devam edebilirsiniz:


  • IKY'deki paketlerin, yapılacak aktivitelere ayrıştırılması ve bu aktiviteler için tanımlama, sıralama, kaynak tahminleme ve sürelerin belirlenmesi
  • Maliyetlerin tahmin edilmesi ve bütçenin belirlenmesi
  • Riskler üzerinde çalışma 



29.7.15

RACI - Kim Bu İşin Sorumlusu?

"Bu benim işim değil" cümlesini sık duyuyorsanız, belki çözümünüz RACI'de olabilir.

Büyük organizasyonların en büyük derdi, bir işin ortada kalmasıdır. Devasa bir yapı içinde kimin, neden, ne kadarından sorumlu olduğunu bilmeden iş yapmaya çalışıyorsanız sonuçta tam anlamıyla bitirilememiş bir işiniz; etrafınızda da "ben söylemiştim, hem de ne güzel söylemiştim" diye gezen bol miktarda şuursuzlarınız olur.  Özellikle proje yöneticileri için bu konu ciddi bir iş kalitesi sorunudur.

Aslında bunu aşmanın en kolay yolu, tabi yanınızda sağlam bir analiz kaynağı ile, tüm yapılacak aksiyonları birer birer çıkarmak ve bu aksiyonların her birini kimin yaptığını adreslemek, kimin kontrol edeceğini seçmek ve kimlerin danışılıp, kimlere sadece bilgi verileceğini belirlemektir. Benim nacizane önerim, bunu iletişim planınızla eşleştirin.

RACI, tam olarak da bu demek. İngilizce bu kelimelerin baş harflerinin kısaltılmasıdır ve bu matrixin tam açılımı şu şekilde:


Roller organizasyona göre değişebilir. Örneğin bir rol "ürün yöneticisi" olabilir. Diğer bir rol "iş analistidir" bir diğeri "Marcom" olabilir veya doğrudan ilgili ekiplerin yöneticileri bile seçilebilir. Buradaki detay kırılımını arttırırsanız elinizde daha kesin bir rol matrixiniz olur ama gereksiz yere de detaylandırmış olabilirsiniz. Buradaki denge sizin işinizle alakalıdır.


Neden Kullanalım ki?

  • Eğer işin yöneticisiyseniz (proje olabilir, ekip olabilir) kimin ne yapacağına hakim olursunuz. Bu tabloyu da yayınlarsanız günün sonunda tek tek takip edebilirsiniz. 
  • Çalışma hakkında herkes bilmesi gereken bilgiye erişir, fazlasına değil.
  • Verilmesi gereken kararlar doğru kişiler veya rollerce verilir.


Alternatifleri de var, yok değil:

Her metodolojide olduğu gibi burada da birden fazla var. Wiki'ye bir göz atın derim.

https://en.wikipedia.org/wiki/Responsibility_assignment_matrix

5.3.15

Teknolojinin Muhteşem Hafifliği

Son bir iki aydır hayatıma giren yeni bir çalışma deneyimim var. Video Konferanslar!

Daha önce de video konferanslar yapmış, hatta satışı için emek bile sarf etmiştim ama ilk defa bu derece iş üzerinde deneyimleme fırsatım oluyor. Şunu söyleyebilirim ki "BAYILDIM!"

Gerçi benim gibi teknoloji düşkünü bir insanın buna bu hızda adapte olması şaşırtıcı değil ama çok avantajları var:

İşletme açısından:
- Mekan bağımsız çalışma fırsatları. (Nitelikli insanları illaki tek şehirden bulmak zorunda değilsiniz.)
- Düşük maliyetler (çalışan maliyetleri, yol giderleri, yollarda kaybedilen zamanlar)
- Çalışan motivasyonu (havasız bir toplantı odasında mahsur kalmayan çalışanların motivasyonu)
- Verimli zaman kullanımı (Yarım saatlik bir görüşme için 2 saat kaybedilmemesi)

Çalışan açısından:
- Çalışabileceğiniz tek iş İstanbul'da olmak zorunda değil
- Zaman kazancı
- Hızlı iş bitirme fırsatları

Dezavantajları:
Kullanılan uygulamaya göre değişiyor tabi ama bir kaç tane temel şey var.
- İnternet bant genişliği ve kota kullanımı
- Cihazların maliyetleri veya yazılımların lisans bedelleri
- Birbirlerine dokunmayınca içi ısınmayan çalışanlar

Bu anlamda pek çok firma, pek çok farklı ürün sunuyor. Bunların içinde Cisco, Microsoft gibi büyük firmaların farklı tipteki kullanıcılar (büyük firmalar, Kobiler, şahıslar...) için çok farklı uygulamaları var. Bunların içinde en iyi bilinenler Skype, Lync, Webex, Telepresence gibi ürünler.

Eğer yeni bir iş deneyimi düşlüyorsanız neden denemiyorsunuz?

31.10.14

Kobiler için: İletişim

İletişim üzerine bir eğitim hazırlıyorum. Bu eğitimi hazırlarken aklımda şöyle bir akış oluştu ve hoşuma gitti, paylaşmak istedim. Dilerim sizin de hoşunuza gider.

Her firmanın gündeminden hiç düşmeyen ve her zaman stratejisinin gözden geçirilmesi gereken bir konu: İletişim

Yani iletişim derken? Bir ürününüz var bunu tüketiciye duyurmak istiyorsunuz ki tercih yaparken sizi seçsin. Bunu öyle bir şekilde yapmalısınız ki sizi duyabilsin, dediğinizi anlayabilsin ve anlattıklarınız ona cazip gelsin. Peki bu müşteriye tek seslenen de siz değilsiniz; bir de diğerlerinden de ayrılmanız gerekiyor.

O zaman iletişim dediğimizde karşılıklı ulaşılabilirliği kastediyoruz. Ben tüketicime ve tüketicim de bana ulaşabilmeli. Karşılıklı seslerimizi duyurabilmeliyiz. 

Peki ben kimim, rolüm nedir onun için? Sesim nasıl çıkar, beni nasıl tanımalı? Şirketimin kimliğini belirledikten sonra ona her seslendiğimde beni diğerlerinden ayırabilir hale gelebilir. Bunu şu örnekle anlatayım, bazen bir reklam izlersiniz ve daha marka görünmeden bile hangi firma olduğunu anlayabilirsiniz. Çünkü sizin için oturmuş bir tarzı vardır, onu tanırsınız. 

Nasıl karşılıklı ulaşılabilir oluruz? 

1 - Görünür olmalıyız, seslenmek isteğimiz hedef kitlemizi de tanıyıp, görebiliyor olmalıyız.
2 - Müşteriyi dinlemeyi bilmeli ve ona bir şey anlatırken dinlenebilir olmayı sağlamalıyız 
3 - Mutlaka bir etkileşim sağlamalıyız. Yani müşteriden gelen etkiye doğru tepki vermeliyiz veya tam zamanında bir etki sağlamalıyız.

Ulaşılabilirliği sağlamak için iletişim kanalları kullanırız. Bu kanallar TV reklamı, gazete ilanı gibi tek yönlü veya sosyal ağlar, tüketici hatları veya satış ofisleri gibi etkileşimli kanallar olabilir. Aslında burada sayılabilecek çok kanal var. Bunların hepsinde yer almalı mıyız?

Düşünün ki siz bir insan kaynakları, işe yerleştirme yapan bir firmasınız. İş ilanlarınızı instagram'da yayınlamanız ne kadar doğru olur? Veya televizyon üzerinden çok fazla kişiye ulaşılabileceğini düşündüğünüz için tüm iletişim bütçenizi tek bir reklam filmine ayırmanız ne kadar faydalı? Ya da genç kuşağa hitap eden bir kampanya yaptınız ve bunu gazete ilanı ile çıktınız. Ne kadar dönüş alırsınız?

Hedef kitlenizin hangi kanalları kullandığını bilmeniz gerekiyor. Bu kanalların hangisinde sizi gördüğünde sizin oluşturmak istediğiniz şirket imajı ile uyum sağlayacağına karar vermelisiniz. Ve tabii ki en son olarak en etkili iletişimi sağlamak için bütçeyi nasıl kullanmamız gerektiğine de karar vermeliyiz. 

Hedef kitlemize hangi kanallarla ulaşacağımızı belirledik. Bu kanalları seçerken müşterimize de bir beklenti yarattık. Örneğin Çağrı Merkezimiz var. Müşterimiz bu merkezi aradığında ulaşılabilir olmalıyız, arama nedenine cevap verebiliyor olmalıyız, şikayeti varsa çözüm sağlayabilmeliyiz. Yani bu kanallarda vaat ettiğimizi verebiliyor olmalıyız.

Kanallarda:
  • Beklentileri karşılayabilmeli
  • Onları bu kanallar ile belirli aralıklarda uyarmalı, kendimizi hatırlatmalı
  • Bu kanallar üzerinden sürekli ölçüm yaparak, müşterinin nabzını tutmalıyız
Bu kanalları yönetirken başımıza gelebilecek en kötü şey ise iletişimin kesintiye uğramasıdır. Örneğin gazete ilanında verdiğiniz telefon numarasının yanlış olması; haber bülteni gönderirken, bunun düzensiz, hatta özensiz (linkleri bozuk, formatı kayık vs...) yapılması her şeyi daha da kötüleştirir. Ya da web sitemizin sürekli çalışmaz halde olması, çağrı merkezlerinin yoğunluktan cevap veremiyor olması veya sosyal ağlardan gelen etkilere hiç tepki vermemeniz gibi...  

Kobiler için: Pazarlamacılar Giremez!

Küçük bir şirketiniz var ve tamamen işinize odaklandınız. Çalışanlarınız ana işinizi yaparlarken siz bir yandan ürettiğiniz servisi ya da ürünü satmaya, bir yandan da şirketinizi tanıtmaya çalışıyorsunuz. Neden kendiniz her şeye koşmaktansa, bir "pazarlama müdürü" veya "PR müdürü" ya da "Brand Manager" çalıştırmıyorsunuz? 

Gün içinde bazen eğlenceli diyaloglar yaşıyorum. Ne iş yapıyorsun diye sorduklarında "Pazarlamacıyım" diyorum (konuşmayı uzun tutmamak için). Sonraki soru "Ne satıyorsun" oluyor. Çünkü insanların aklında kalan size kapıdan tencere-tava satan insanlar. Yani durum şundan daha hallice değil:


Sen miydin konuşmayı kısa tutmak isteyen! 

Geçenlerde Coursera'da güzel bir eğitim izledim. Oradan yola çıkarak şu aklımdakileri şu şekilde size aktarmak istiyorum.

Pazarlama, isim kökünden de mütevellit "Pazar" 'la ilgili bir konu. Hatta bunu bir hikaye üzerine taşırsak semtinizde kurulan haftalık pazarınızı da düşünebilirsiniz. 

Bu semt pazarında bulunan meyve, sebze, kılık kıyafet ve hatta mutfak eşyaları alıcılara sunulur. Alıcılar da bu pazarı gezerek fiyatları araştırır, bir önceki haftayla kıyaslar ve seçimlerini yapar. Hatta bazen özellikle aynı satıcıdan alır ki ona en iyisini versin, içinden çürük çıkmasın ister. Belki bazen indirim bile alır. Aradığı satıcıyı da her pazar aynı yerde arar. Pazarcıların yerleri pek değişmez. Peki aynı satıcıya neden güvenir, mesela yandaki tablada da aynı ürünler vardır, ondan neden almaz?

İşte bu pazarda geçen dinamiklerin aynısı iş dünyası içinde geçerlidir. İster Kobi olsun, ister büyük ölçekli bir firma veya uluslararası, aynı pazar dinamikleri geçerlidir. 

Pazara geri dönersek, pazardaki satıcının şunlara karar vermesi gerekir:
  1. Hangi ürünleri satacağı
  2. Pazarda nereye yerleşeceği (tüketiciye nasıl ulaşacağı)
  3. Ürünlerin fiyatları (Alış fiyatları ve karlılığı, rakiplerin hangi fiyattan verdiği...)
  4. Müşterisine nasıl sesleneceği, onu tezgahına nasıl çekeceği

İşte bu 4'ü pazarlamanın 4P'si olarak geçer.Yani pazarlama karması. Bunun belirlenmesi işi ise bir şirkette Pazarlama Bölümü veya bu görevi üstlenmiş kişiler tarafından yapılır. 

Hangi ürünlerin sunulacağı, müşterinin nelere ihtiyacı olduğu (müşterinin sesi), pazardaki diğer rakiplerin hangi ürünleri, hangi fiyattan sattığı, müşterileri kazanmak ve tutundurmak için neler yapılabileceğini belirleriz. Bunu nasıl yaparız? Pazarı ve müşteriyi tanıyarak, yani Pazar Araştırmaları ve önceki satış performans verileri veya müşterilerin geri bildirim ve istekleri ile...

Peki satıcı ya da Satış Bölümü ne yapar? Pazarlama bölümü Satış Bölümüne tüm bu yapılan çalışmaların özetini verir. Müşterinin kim olduğu, neye ihtiyacı olduğu, ürünün özellikleri, fiyatı ve ona sunulabilecek ek faydaların neler olduğu. Satmakla görevli kişiler ise bu bilgileri kullanarak müşteriye sahada veya telefonla veya alternatif yollarla ulaşarak topa son dokunuşu yapar ve satışı tamamlar. 

Bu şekilde her satıcı inisiyatifi ile ürün, fiyat vs belirlemektense kurumun tek sesini müşteriye ulaştırmış olur. 

En baştaki soruma dönersem; bu iş etiketlerini kobilerden çok duyuyorum. Örneğin kuaför zinciri halkla ilişkiler işi yapan birini arıyor ya da eğlence sektöründeki bir firma marka yöneticisi... Bu görevler pazarlamanın birer parçasıdır. Büyük bir işletmede tabii ki bu görevler için farklı kişiler çalışıyor. Ama küçük ölçekli işletmelerde bu derece bir insan gücü sarfiyatına gerek olmadığı için bu görevlerin tümü ile ilgilenebilecek tek bir kişiye ihtiyaç duyuluyor. İsim olarak isterseniz Pazarlama Müdürü diyin, isterseniz Pazarlama ve İletişimi Müdürü diyin...

11.8.14

Öğrencinin Önündeki Engeller

Hem sınıf eğitimlerinde hem de dijital platformlar üzerinde gözlem yapma ve ölçümlemelere katılma şansım oldu. Yaş grubu çok çeşitliydi, bu gruplar içinde ilköğretim öğrencileri de vardı, yetişkinler de... 

Buradan elde ettiğim deneyim ve gözlemlerime dayanarak bir kaç maddelik bir liste hazırladım. Zaman içinde bu listeye yeni ya da örnek ekleme şansım olursa güncelleyeceğim.
  • Motivasyonu yanlış anlamak
Öğrenim programını hazırlayan kişilerin / ekiplerin / organizasyonların katılacak kişilerin motivasyonunu yanlış değerlendirmesi nedeniyle öğrenim programından beklenen etki alınamayabilir. 

Buna örnek verecek olursak sınava hazırlanan bir kişi, zorunluluktan öğrenim programına devam ediyor olabilir. Eğer içerik sınav için doyurucu şekilde hazırlanmadı ise, zorunluluktan da katıldığı için "devam, devam" butonları ile hızlıca ilerleyip kısa sürede programı tamamlamaya çalışabilir. Burada siz sadece katılımı ölçerseniz %100 başarı bile görebilirsiniz. Ancak kişilere sonrasında içerikte ne olduğu sorulan bir test uygulansa başarının çok düşük olduğu gözlemlenebilir. 

Bu durum şirket eğitimlerinde de gözlemlenebiliyor. Şirketlerin çalışanlara sundukları e-learning programları çalışan tarafından farklı nedenlerden ötürü önem verilmez ve katılması zorunlu olduğu için tamamlanır. Bu farklı nedenlerin en önemlisi ise çalışan hem aynı süre içinde işini yapması hem de bu eğitimi tamamlaması beklenir. Bunu şu şekilde çok kolay ölçebilirsiniz, bir saat sürmesi gereken eğitim, 10 dakika içinde bitirilmiştir. 

Daha farklı bir örnek ise, kişi yurt dışına yapacağı seyahatleri için yabancı dil öğrenmek isterken, ona uzun uzun gramer anlatmak.

Sertifika almak amacı ile gelmiş bir öğrenciye sıradan katılım sertifikası  ya da bir değer içermeyen sertifika vermek.

Bu nedeni fark edebilmek için çok basit, az sorulu bir anket doldurmalarını isteyebilirsiniz. 
  • Sıkıcı içerik
Diyelim ki siz ve ben buluştuk. Ve şansa bakın ki ben hiç durmadan konuşabiliyormuşum. Anlattıklarım ilginizi çekiyor bile olsa tüm dikkatinizi vererek beni kaç dakika dinleyebilirsiniz?

Sıkıcı içerik içeriğin kalitesi ile ilgili değildir. Daha çok nasıl verildiği ile ilgilidir. Örneğin ekrandan okumak için çok uzun, sayfalar süren metinler ya da bir saatlik bir video ya da tek başına bir dinleme kaydı öğrenciyi bir süre sonra yöntem nedeniyle yoracaktır.

Ancak tüm bunların karmasının hazırlandığı, interaktif (yani öğrencinin de içinde dahil olduğu) ve süre olarak sınırlandırılmış bir program hazırlayarak sıkıcı içerikten kolayca korunmak mümkündür. 
  • Uygun olmayan içerik
Hazırladığınız öğrenim programı hiç bir şekilde 7 den 70'e herkese uygun olamaz. Öğrenim programı kimin için hazırlanmışsa içeriğin sunumu da ona uygun hazırlanmalıdır.

Bir ilköğretim öğrencisine hazırladığınız, basit ve renkli ekranlar, çizgi karakterler içeren İngilizce öğrenim programı bir üniversite öğrencisine sunulamaz.  Ya da tam tersi...

Yaşı ilerlemiş bir birey için hazırlanan programdaki yazılar daha büyük puntolarla hazırlanmalı, uygulamayı başlatabilmesi için bir iki adımı geçmeyen işlem yapmalıdır.  
  • Yalnızlık hissi
Dijital eğitim platformları eğer ki bir sosyal ağ ile bağlanmadıysa (kendi içinde de bir sosyal ağ yaratılabilir) öğrenci başladıktan sonra "tek başına olma" hissi yaşamakta. Kendisi ile ilerlemeyen, paylaşamadığı bir ortamda bir süre sonra daha az vakit geçirmek istemekte ve uzaklaşmaktadır.

Buradaki arayış sadece başka öğrencilerin varlığı değil, aynı zamanda kendisini izleyen, gelişmelerini takip eden birinin, bir öğretmenin olup olmadığıdır. Derse devam etmeyen bir öğrenciyi arada bir arayarak veya mail atarak hatırlatma yapılması veya atladığı bazı alıştırmaları yapmasının hatırlatılmasının çok büyük etkisi olacaktır.

Bu durum pazar araştırmalarında katılımcılar tarafından ilk söylenen olumsuz yandır.
  • Ölçme ve değerlendirme yapılmaması 
Öğrencinin sizin programınızda ne kadar ilerlediğini ölçmeniz ve ölçtüğünüz bu sonucu onunla paylaşmanız gerekmekte. Aksi halde öğrenci bir de yalnızlık duygusu ile birleştiğinde programınızın işe yaramadığını düşünecek ve bunu yayacaktır.

Bu sorunu aşmak çok kolaydır, ara ara yapılacak testler ile bir rapor hazırlayarak öğrenciye sunulabilir. Eksik bıraktığı, tekrar etmesi gereken bölümler bu raporda verilebilir. Program buna uygun olarak tasarlanmalıdır.

Yabancı dil programına katılan bir bireye zaman zaman konuşma, yazma ve okuma yapması ile değerlendirmeniz gerekir. Bunu çok kısa süreli canlı derslerle yapıp ona bir mail atarak sonuçlarını iletebilirsiniz. Böylece ilerlemek için bir motivasyon sağlayabilir, bir sonraki sonucu ile kıyaslayabilirsiniz. 
  • Uygulama eksikliği
Bakın şimdi size apandisit ameliyatının nasıl yapıldığını anlatacağım yarın siz de bunu hastalarınıza uygulayın deselerdi ne hissederdiniz? Çoğu öğrenim programlarında sadece teorik bilgi yer alıyor ama uygulama alanları çok az ya da yok. Örneğin sunum teknikleri eğitimine gidip, diyaframın adını duyup uygulama yapılmadığı için nasıl çalıştığını anlayamayan, ya da tam olarak ne olduğunu bile anlayamayan pek çok insan var.

Tüm yaşlar için geçerli ama sadece teorikte kalmış bilgi özellikle yetişkinlerde sıkılmaya ve programı bırakmaya itiyor.
  • Çalışmayan veya yavaş çalışan sistem
Tam motivasyonla oturmuş bir kişinin önüne çalışmaya bir sistem getirin. İkinci defa karşılaştıktan sonra bir daha girmek bile istemeyecektir.

Yavaş çalışan sistemler de aynı şekilde, bıkmaya yol açacak ve platformdan uzaklaşacaktır.
  • Destek olmaması, sorunların çözülmemesi
Yeni karşılaşılan bir platformda elbetteki bir anda neyin nerede olduğunu anlamak zor olabilir. Bu aşamada bir destek bulunamadığında bu fonksiyonlar yok veya çalışmıyor olarak kabul edilir kullanıcı tarafından. En sonunda da sorunlar birikir ve sonunda çalışmayan bir platform haline gelir.

Online platformda mesaj atıp hemen cevap alabilecekleri bir yönetici bulunması iyidir ve aynı zamanda ekran görüntüleri ile neyi nasıl yapabileceklerini de anlatan yönlendirmeler de bulunması gerekir.  Eğer uluslararası bir dil programınız varsa bu yönlendirmelerin herkesin kendi dilinde olmasını sağlamak ise muhteşem olur!

8.8.14

Yaşam Döngüsü Üzerine

Buradan paylaştıklarımı okuyan bir dostum güzel bir yorum iletti. Bende onun üzerine insanın yaşam döngüsü üzerine bir kaç söz daha söylemek istedim.

Samih Beyin (www.samihyedievli.com) ilettiği yorumu sizinle buradan paylaşmak istiyorum. İnsanın kendi çalışması sonucu olan gelirleri var. Bir de başkalarının çalışmalarından elde ettiği gelirler var. Başkalarının çalışmalarından kastettiğimiz, kişi bir işe yatırım yapmış olabilir ve onun için çalışan bir ekip üzerinden gelir elde etmeye devam ediyor olabilir. Bu durumda emeklilik yaşlarına geldiğinde gelirleri azalmayacak belki katlanacak olabilir.   

Herkesin yaşam döngüsü aynı mı? Kesinlikle değil. Evlenmeyebilir, evlenseniz de çocuğunuz olmayabilir. Milli Piyangonun büyük ikramiyesi çıkar ve tamamen farklı bir hayat yaşayabilirsiniz. Çok başarılı işiniz beklenmeyen olaylar sonrası iflasa gidebilir ve sizin geliriniz bir anda azalabilir. Bunların hepsi yaşadığımız ya da yaşarken gördüğümüz şeyler. 

Peki o zaman yaşam döngüsü gerçek değil mi? Bunun en güzel cevabını, kendi müşteri kayıtlarınızın tutulduğu veritabanında bulabilirsiniz. Müşterinizin kimler olduğunu, nasıl bir hayat yaşadığını elinizdeki verilerden az çok çıkarabilmeniz gerekir. Müşteriniz kim, ne düşünüyor, neye ihtiyacı var, neye ihtiyaç hissedecek... Bunu yapamayacak bir veritabanınız varsa, onlara sadece fatura gönderecek bilgiyi tutsanız da yeterli olacaktır. Ya da ciddi bir proje başlatmanızın zamanı gelmiştir.

Eğer yeni bir iş alanına giriyor ve elinizde hiç bir veri henüz yoksa, o zaman güzel hazırlanmış bir pazar araştırması yaparak başlayabilirsiniz. Böylece hitap etmek istediğiniz müşterinizin gerçekten sunduğunuz hizmete ya da ürüne ihtiyacı olup olmadığını anlayabilirsiniz. Ya da sunum şeklinizi buna göre düzenleyebilirsiniz...